Zamane İnsanları
Doğruları dile getirenlerden rahatsız olunan bu toplumda “Neden böyle olduk?” diye sormak riyakârlık değil midir? Oysa düşünce namusu işimize gelmeyen hakikatlerin de kabulünü gerektirir. Zulümle başka türlü baş edemeyiz.
Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e kadar cesur yazarları herkes yalnız bıraktığı için kolayca katledildiler. Çünkü onlar kimseye mihnet etmediler Nesimi gibi.
Merhumların ardından “Kör ölür badem gözlü olur” ağıtlarını dinlemedik mi?
Nazım’dan, Deniz’den ve Ahmed Arif’ten bahseden günümüz küçük burjuvaları onlara on dakika tahammül edebilirler mi? Ya da onlar bu şımarıklara katlanabilirler mi?
Sait Faik’e, Orhan Veli’ye, Gülten Akın’a, Nilgün Marmara’ya, bugünün insanlarının tahammül etmeleri mümkün mü? Dürüst insanlara ve doğrulara katlanamayan, sahteliklere tapan bir toplum, iblisin ümmetidir ve her kötülüğe mustehâktır.
Örneğin, Nazım Hikmet reenkarnasyona uğrasa ve Nazım Kültür merkezinin kapısını çalsa, içeri alırlar mı sizce? Hadi lütfedip içeri buyur ettiler diyelim, iki bardak çay ikram etseler sonunda bunun ücretini istemezler mi?
Nazım Kültür’deki sürekli elemanlardan bir gence bunu sormuştum; “Nazım dirilip gelse, şu kapıdan içeri girebilir mi?” diye. İrkildi ve “Olamaz ki öyle şey” dedi, “Neden olamaz kardeşim, niye olmazmış?” diye sordum. “Çünkü o bir ölü, bu mümkün mü yani” demesin mi?