Düş’ünce
Düşünce yoksunluğu ve sevgi yoksulluğu korkulara, korkular ışığın reddine yol açıyor. Yalnızlaşan ve yabancılaşan kimse, hakikati inkâr eden kozasında güvenlik sınırlarını çiziyor. Her şeyi güvenilmez kılan bir güvenlik duvarı, korkuyu ve sevgisizliği yeniden doğuruyor. Işıkta yaşayamayan yarasalar misali, hakikate tahammülsüz ve benlik imgesinin tutsağı. Tutsaklığın saldırganlığı ve düşmanlığı, insanlığa ve erdeme düşmanlıktır.
Düşünce tarihi, insan zihninin yarattığı kavramların ve metaforların esiri olmamızdan ibaret maalesef. İmgelem dünyasına sahip tek canlı olduğu için sorular sormuş ve başına dertler açmıştır. “Hakikat nedir?” diye sormuş, bunun peşine düşmüş fakat bulamamıştır. Çünkü hakikat, bir tasavvurdan, imgelemden, metafordan başka nedir ki?
Peki sormayalım mı demeyin. İnsan düşüncesi, Leyla’nın peşine düşen Mecnun misali çöllere düşmüş ama Leyla’yı bulamamıştır, çünkü çöl Leyla’dır. Leyla, Mecnun’un zihnindeki imgeden başka nedir ki? Zihnimizin imgelem gücü yoksa Leyla da yoktur, aşk ta yoktur.
“Gerçeğin çölüne hoşgeldiniz” diyenler var. Çöl gerçek değilse, gerçeklik de çöl değildir. Serap çölde değil, çöl seraptadır. Her ne arar isen kendinde ara; Işık sendedir, sen ışıktasın.
Einstein “Eğer bir gerçek varsa o da ışıktır” der, yani zihnimizin, kurgularımızın ve metaforlarımızın dışında kalan tek şey ışıktır, evreni var eden enerji, Herakleitos’un ‘ateş’ dediği yaratıcı töz budur. Hakikat, insan zihninin gerçeği arayışında kullandığı bir metafor, bir imgelem olduğuna göre, insan zihni olmasa da bu evren var olacaktır. Ancak bu evrenin de bir düşünce olduğunu söyleyebiliriz. Logos’tan bahseden Heraklit, günümüz astro fiziğinin önünü açmıştır. Tanrı yerine logos, kozmik bilinç, doğa yasaları da deseniz hepsiyle aynı anlamı söylüyorsunuz. Evren, tanrının düşü, düşüncesi, imgelemi olamaz mı?
Tanrı ışıktır, ışık aşktır, o halde tanrı aşktır.
Hüseyin Kaplan