Tenekeden Hayatlar
İnsan da bir yapay zekâdır aslında, doğal zekâ diye bir şeyden bahsedemeyiz. Bunu şöyle açıklayabilirim; insan evrende olan her şeyi taklit (mimesis) eden ve yeniden kurgulayan bir canlıdır. Bizi diğerlerinden ayıran yetimiz kurgulama becerimizdir, buna da “akıl” diyoruz. Zekâ ise problem çözme becerimiz oluşundan bu her insanda farklı ve ölçülebilen bir değer.
İnsan, mevcut her şeyi simüle ederken sıra kendi zihnini simüle etmeye geldi ve “yapay zekâ” adını verdikleri bir fenomen ortaya çıktı. Robotik ve yapay zekâ çalışmaları bir yerde tanrı olmaya çabalaması insanın. Makineler düşünebilir mi? sorusuna hem evet hem hayır yanıtını veriyorum. İnsanın yaptığı makineler henüz düşünemez, fakat insanı bir makine olarak kabul edersek, evet düşünebiliyormuş derim. Pinokyo masalında ahşap kuklanın konuşmaya ve yalan söylemeye başlamasını bir bilim kurgu öyküsü olarak yorumlayabiliriz. Günümüzde elektronik devreli kuklalar için onca zaman ve para harcanıyor. Hiç gereği yok, insan zaten biyo-robotik bir Pinokyo. Demem o ki, robotlar robot üretmeye başladılar.
İnsanı mevcut düzenle uyumlu olmaya motive etmeye çalışan sistem psikologları da insan zihninin ne olduğu konusunda fazla bir şey bilmiyorlar ama sürekli fikir beyan ediyorlar. İnsan eğer yapay zekâ olmasaydı, telkin, propaganda ve reklamlarla ikna edilen ve itaat eden bir canlı olamazdı. Bu nedenle sosyal bilimler ve özelde psikoloji, insanların daha sağlıklı olmaları için değil, kitlelerin egemenlere itaatkâr davranmaları için mevcutlar.
Efendiler işlerini gayet iyi biliyorlar, onlar bu durumların farkındalar ve hakikatler itiraf edilirse, sömürü düzeninin ve dinlerin ellerinden gideceğini biliyorlar. Burjuva akademisyenleri de, kardinaller de bunların bilincindeler, toplumları pışpışlayanların bu dadılıklarından dolayı sürdürdükleri konforlu yaşam nimetlerini neden tepsinler? İnsanlık dediğin “üç kuruşluk opera” değil mi?
Spielberg’in 2001 yılında yönettiği “Yapay Zekâ” filmini izleyenler, egemenlerin bu hakikatlerin nice zamandan bu yana farkında olduklarını fark ediyorlar.
İnsanı, kendi ürettiği yapay zekâdan ayıran bazı ölçütlerim var;
1. Vicdan
2. Mantık
3. Sağduyu
4. İmgelem
5. Estetik algı
6. İrade
7. Diğerkâmlık
8. İçgörü ve öngörü yetisi
Bunlardan ne derece mahrum olursanız, düzenle o denli uyumlu olursunuz ama robotik bir cihaz olmanın ötesine geçemez, eşyalarla aynı önemde ve değerde olursunuz. Kullanışlı bir ahmak olup, konformizm havuzunda yüzersiniz, sırtınızı okşayan ellere itaat eder, Şirinella birisi olmanın sevimliliği ile ömrünüzü tamamlarsınız belki.
Oysa ruhunuzun derinliklerinde (eğer ruhunuz hâlâ ölmemişse) cehennem azapları yaşarsınız. Fakat patron sınıfının canını sıkmamış olursunuz, memnuniyetinizi otoriteye, şikayetinizi doktorlara bildirirsiniz.
Brazil filminde yönetmen Terry Gilliam bu distopik dünyayı resmetmişti.
Biz yıldızların tozları ve çocuklarıyız, rüya görüyoruz, imgelemle düşünüyoruz, bir ruhumuz var. Düşlediğimiz için düşünüyoruz; şiir yazıyor, beste yapıyor, resim yapıyor, evren hakkında kafa yoruyoruz, acı duyuyoruz. O halde, tenekeden üretilen, elektrik bataryasıyla çalışan robotlardan bunları bekleyemeyiz. İnsanın da robotlar misali duygu ve imgelemden mahrum olmasının ve yabancılaşmasının doğuracağı felaketleri düşünmeliyiz. Bu konularda düşünen, kaygılanan ne yazık ki fazla kimse yok. Robotlaşan insanın, kendisinin ve bu dünyanın sonunu getireceği herkesin malumu. “Tek Yol Şiir” diyorum.