Yeşilmişik, Sazmışık
Yeşiller partisini hatırlar mısınız? Ülkemizde 1988 yılında kurulmuştu, ozon tabakasının delinmesinden, nükleer santrallere kadar geniş bir sorunlar yelpazesinde mücadele etmeye çabalıyordu.
Onun yanı sıra birçok dernek, vakıf ve dergi çevresi de çevrecilik adı altında faaliyetler yürütüyor, kamuoyunun dikkatini bu konulara çekmeye çalışıyorlardı. Ancak önemli bir çoğunluk bu mevzulara burun kıvırıyor, bunları lüks meseleler olarak görüyor, başka işleri olmayan tuzu kuruların meşgalesi olarak değerlendiriyorlardı. Sosyalistler, ekolojik mücadeleyi sınıf bilincinden kopmuş bir küçük burjuva hareketi olarak küçümsüyor, Attila İlhan gibi ulusalcılar, “nükleer enerji gibi ileri bir teknolojiden ülkeyi mahrum kılmaya çalışan gericiler” diye suçluyordu. Bir tek anarşistler bize yakın duruyorlardı.
Akademisyenler bizleri cehaletle suçluyor, nükleerin erdemlerini saymakla bitiremiyor, birkaç sene evvelki Çernobil faciasını “insan hatası” diye geçiştiriyorlardı. Elbette Marslı hatası olacak değil ya, beşer şaşar.
Bir kısım akademisyen RES’lerin daha sağlıklı olduğunu savunuyor, bir kısmı da “Sürdürülebilir Kalkınma” teorileriyle bize akıl veriyor, burjuvaziye de yağcılık yapıyorlardı. Saldırılması en kolay hedef olarak ucuz eleştirinin oklarını yağdıran yağdıranaydı. Bugün Mehmet Cengiz’e laf söyleyenler, Akkuyu nükleer santrali inşaatının Cengiz’e verilmesinin yollarını döşeyenlerdir.
Bergama’da altın madeni işletmesine karşı köylü direnişi başladığında, onları zengin olmamızı engelleyen zavallı cahil köylüler diye aşağılayanlar bugün hükümeti eleştiriyorlar. Eurogold şirketinde çalışan bir mühendisle yaptığım tartışmada bana altın madeniyle kalkınacağımızı savunuyordu(1994), sonra bu mühendisin tv haberlerinde basının önünde siyanür havuzuna mayosuyla atlayıp yüzdüğünü izlemiştim(2003) ve birkaç yıl sonra da kanserden öldüğü haberlerde geçmişti. Altın ve Eurogold şirketi bizim yaltak mühendisin canını kurtardı mı?
Bugün herkes yanan ormanlardan, talan edilen dağlardan, susuzluktan, iklim değişikliğinden dert yanıyor. Sonunda anlaşıldı ki bir ülkede rejimin ne olduğundan evvel, orada yaşanacak verimli ve huzurlu topraklar olmalı, örneğin eviniz depremlerle hasar görmüşse ya da rutubetten çürüyorsa “Ama biz eşimle çok mutluyuz ve zenginiz” diyebilen bir budalalık olabilir mi?
Ekolojik mücadeleyi küçümseyen çok bilmişlerin bugün kafaları dank etti ama geçmiş 35 yılı kaybettik. Pekala, kim haklıymış minnoşlar?