Yolsuzluk Fantazimiz
“Hiç eksik olmasın zenginliğiniz Ephesoslular. Olmasın ki, alçaklığınız belli olsun.”
Herakleitos
Kimi toplumlarda kötülüğün ve yolsuzluğun dayanılmaz cazibesi nedir? Diğer alanlarda neden bu kadar tutkulu ve şehvetli değildirler?
Ülkemizde en korunaklı alanın yolsuzluk olduğunun sanırım herkes farkındadır. Bir yolsuzluk iddiası gündeme getirildiğinde, hiçbir yolsuzluğun yaşanmadığı bir ülkenin halkı gibi sert tepkiler verilmesine rağmen, yapanların yanına kâr kalmasına, itibarlı ve dokunulmaz oluşlarına alışık değil miyiz?
Yolsuzluk üzerine inşa edilmiş bir iktisadi düzenin ve adalet kurumunun varlığının garantisi olanlar, politik söylemlerini yolsuzluk üzerinden yürüterek korunaklı politika podyumunda rahatça salınırlar. Oysa haksızlık ve adaletsizlik varsa yolsuzluk elbette olacaktır.
Yazarlığın ve gazeteciliğin en rahat ve kahramanca olanı yolsuzluk hafiyesi olmaktır. Karşı tarafın bir yolsuzluğu, partizanlığı ve sahtekârlığını yazarsanız, sizden dürüst ve makbul yazar yoktur.
Şöhreti kolayca yakalar, hiçbir işe yaramayan kitaplarınızı yüz binlerce insana okutursunuz.
Yolsuzluktan bahsedenler ve bunları okumaya meraklı olanlar, kendilerini erdemli, dürüst ve adil insan olarak algılarlar. Bu benlik imgesiyle kendinden memnun sorumlu vatandaşın ruhu bir arınma(katharsis) yaşar. Ancak bu yiğitliklerini hayatın diğer sorunları karşısında pek göremeyiz.
Maddi olanın kutsandığı ve vatanla-bayrakla özdeşim kurulduğu zihniyetten, manevi ve insani haksızlıklar karşısında aynı ilgiyi, tepkiyi ve eforu göremiyoruz. İnsan hakları ihlalleri, düşünce suçları, çocuk işçiler ve gelinler, kadına yönelik şiddet ve cinayetler, çocuk istismarları, madde bağımlılığı, eğitimde yozlaşma, sağlığın ticarileşmesi vb. sorunlar karşısında burunları koku almıyor. Maddiyatla ilgili suistimaller, çocuklarının geleceğinden, kızlarının namusun dan daha çok önemseniyor.
Vatanın bir tek çakıl taşını vermeyenler, çocuklarının yarınını feda edebiliyorlar.
Yolsuzlukları, ihalelerde dönen dolaplar olarak algılayınca; kıyı yağmacılığı, orman ve hazine arazilerinin talanı, taşeron sektörlerin hormonlu büyümeleri, yükselen gökdelenler, HES inşaatları, nükleer santral girişimleri, asgari ücretin yerlerde sürünmesi, sigortasız çalıştırılanlar, iş kazalarında sakatlanan ve hayatını kaybeden işçiler, yolsuzlukların bilançosuna yazılmazlar.
Çalarken kantarın topuzunu fazla kaçırmamalı ki, sorumlu vatandaşımız çileden çıkıp da tansiyonu yükselmesin, tansiyon düzenleyici diye avuç dolusu sarımsak yemesin. Aheste aheste çalın, mehtap uyanmasın.
Bugünlerde nükleer enerji santrallerinden bahsedilmeye başlandı. Bu meseleye dile getirilmesi pek de hoş olmayan farklı bir yönden bakmaya çalışacağım. Bu ülkede rüşvetin resmi rayicinin yüzde on civarında olduğu malumunuz. Ancak bu oran, enerji ihalelerinde yüzde onbeşe kadar yükselebiliyor. Bu nedenle nükleer sevicilerin tutkularını anlamakta zorlanmıyoruz.
4800 MW kapasiteli Akkuyu santralinin 20 milyar dolara mal olması bekleniyor ve bunun 7,5 milyar dolarlık kısmının Türk şirketleri tarafından karşılana cağı açıklanıyor. Santrali yapacak olan Rus şirketine 12.5 cent’ten 15 yıl (yani 70-80 milyar dolarlık) elektrik alım garantisi verildi. Halka atılan kazığın kalibresine bakar mısınız? Bu santral bize 100 milyar dolara mal olacak görünüyor. Olası bir kaza durumunda 500 milyar dolarlık hasarın sadece binde birinden Rusya sorumlu olacak ve tüm masraflar Türkiye’den çıkacak.
Ayrıca bu santralin ülkenin enerji hacmine ne ölçüde katkısı olacağı konusunda farklı görüşler mevcut. Resmi açıklamalara inanırsak, yüzde altı civarında bir katkı sağlayacak. Nükleer muhalifleri ise bu katkının yüzde ikiyi geçmeyeceğini iddia ediyorlar. Elektrik mühendislerine göre kayıp kaçak oranının yüzde on beşi bulduğu iletken ağının tüm ülkede değiştirilme maliyetinin sadece iki milyar doları bulacağından, bir kaç nükleer santralin üreteceği enerjiyi böylece tasarruf etmiş olacağız. Meselenin enerjiyle alakalı olmadığı aşikâr, ülke zarar görecekmiş ne gam?
Kırk haramilerin hazinesini bulmuş gibi kimler heyecanlanıyor?
Prof. Dr. Tolga Yarman’a göre santralin lisansı günümüz şartlarını kapsamıyor. Santralin lisansı 1970 yılından kalma veriler ile 2013 yılında güncellendi. O dönemde çevresel etki değerlendirmesi, turizm etki değerlendirmesi ve meyve sebze etki değerlendirmesi yoktu. Ayrıca Three Mile İsland kazası, Çernobil reaktör kazası, Fukuşima I Nükleer Santrali kazaları sonrasında güncellenen lisans güvenlik gereksinimleri Akkuyu Nükleer Enerji Santrali için alınmadı. Akkuyu bir ihtiyaç değil, siyasi bir tercih. Sadece altyapı şirketlerine gelir kapısı olsun ve Rusya’nın siyasi desteğini alalım amacıyla yaltaklık yapılıyor. Fakat bu halka olacak olanları kimse hesap etmiyor.
Yandaş müteahhitlere para kazandırmak için her buldukları akarsuya barajlar, HES’ler inşa edenler, Hasankeyf, Allianoi ve nice insanlık mirası antik kenti sular altında bırakmak için çırpınmıyorlar mı? Süleyman Demirel gibi tarih, kültür ve sanat düşmanı mühendislerin zihniyetini ve niyetlerini anlamakta zorlanıyorduk. Bu topraklara karşı arsız ve derin düşmanlıklarını “kalkınma, ilerleme, gelişme” palavralarıyla nasıl dokuduklarını gördünüz.
Kendi ülkesine kötülük yapınca bir tecavüzcünün hazzını yaşıyorlar belki de. Yolsuzluk, aldatmadan alınan günahkâr bir haz gibi adrenalinlerini yükseltiyor olabilir.
17 Aralık yolsuzluk tapelerinde “Bu milleti becereceğiz” diyen adamın şirketi, Akkuyu nükleer santralinin hidrolik sistem ihalesini kazandı. Soma faciasına sebep olan şirket bu projenin altyapısında yer alacak.
Yolsuzluklarla mağdur olmuş ve yoksullaşmış kitlelerin de celladına âşık olması, “çalıyorlar ama çalışıyorlar” savunmasıyla mantığa bürümeleri, ensest mağdurlarının benzeri bir eziyeti ve çaresizliği içselleştirmeleri değil midir?
Ellerine fırsat geçtiğinde onların da buna benzer suçları işleyeceklerinden şüphemiz yok. Yolsuzluklardan belini doğrultamayan kitlelerin, haksızlığa karşı çıkanları kınamaları ve saldırmaları da incelenmesi gereken patolojik bir sorun.
Cinsel tabular ve dogmalar, bu köylü toplumunu cinsellik dünyasında nasıl açgözlü ve saldırgan yapıyorsa, asırlar boyu ağaların, beylerin amansız sömürüsü, güçlülerin halkın emeğini talan edişi, yolsuzluk ve kapkaç ekonomisinin sosyo- psikolojik arka planını dokumuş olması mümkündür. Suç ekonomisinden elde edilen kazancın daha tatlı ve helal algılanışını nasıl açıklayabiliriz?
Sosyal bilimlere yeni ufuklar açan halkımızı küçümsemeyelim lütfen. Akademisyenlerimiz bu sorunlar üzerinde alan çalışmaları yaparlar elbet, hiç acelemiz yok, nasıl olsa burada biz bizeyiz.
Boş zamanlarında babasının evini soyacak karakterde olanlar “devletin malı deniz, yemeyen domuz” demişler. Her yıl devlet harcamaları için ayrılan bütçenin yüzde onunun buhar olduğu bilinen gerçeklerimizden birisi. Cüzdanında döviz taşıyanlar, dereye tepeye bayrak dikmeyi hüner sayıyorlar. Bayrak konusunda mümin milliyetçi olanlar, para hususunda ne de kolay münkir münafık olabiliyorlar. Ve para devreye girince namus tatile çıkıyor.
Hüseyin Kaplan