Aramızdaki İblisler
Çocuğun değeri, üremenin yüceltildiği toplumlarda düşüktür. Kişilerin özsaygısının ve özgüveninin düşüklüğü, çocuğun değerinin yerlerde sürünmesinden, her şeye mustehâk bir mâhluk varsayılmasından doğuyor diyorum. İnsan hakları ve demokrasinin kör bir dilenciye benzemesi ve hukukun zavallı bir kurum oluşundan dolayı çocukların ihmal ve istismarı olağanlaşıyor.
İnsan olmanın ne demek olduğunu bilmeyenlerin yarattığı şiddet ve dehşet ortamı masumların hayatlarını sakatlarken, kötülüğü normal görenlerin moral desteği eksik olmuyor. “Topluma kazandırmak” adına kötülüğü kollar ve beslerler. Kötülükle “ensest ilişki” yaşayan toplumların kimleri doğurdukları aşikâr.
Lise son sınıf öğrencisiydim, bir akşamüstü okuldan eve döndüğümde mahallede bir gerilim havası vardı. Bahar günleri olduğu için sokağımızdaki boş arsada çocuklar futbol maçı yaparlardı, daha küçük çocuklar da onları izleyerek eğlenirlerdi. Fakat o gün çocuk cıvıltıları yoktu, kimse sokakta oynamıyordu. Sebebini öğrenince donakalmıştım. Komşularımızın çocuklarından beş yaşındaki Soner, her gün gelip bir kıyıda oynayanları izlerken, o gün mahallenin serserisi ve avaresi 20 yaşındaki Sâdık, çocuğun elinden tutup kendi evlerine sürükler ve orada Soner’e tecavüz edip kayıplara karışır.
Sâdık, ertesi günü yakalandı, yargılanma sonucunda mâhkum edildi. Biz de kirlenmiş o semtten taşındık. Aradan yıllar geçti, ben fakülteyi bitirdiğimde o da cezasını tamamlamıştı, yine onu avare dolaşırken bir defa görmüştüm. O kara kuru oğlana hapisteyken anası öyle bir bakmış ki yaban domuzu gibi olmuştu. Zaten anne şımarığı bu oğlanın iflah olmamasının sebebi belliydi. Bizler henüz ilkokul çağında sokakta oyunlar oynarken, bu Sâdık adlı sıpa, mutlaka bir haksızlık yapar, kavga çıkartır, kendisinden küçük çocuklara vurup kaçardı. Fakat annesi onu kayırır, suçlarını kabul etmez, mağdur çocukların annelerine çemkirirdi.
Soner’in kalabalık ailesinden, bıçkın abilerinden beklediğimiz tepkiler gelmedi. Sustular. Kız kardeşlerini sokağa çıkartmayan kabadayı adamlar, hukukun üstünlüğüne çok saygı duyuyorlarmış meğerse. Sanık tahliye olduktan sonra yine aynı mahallede yaşamaya devam eder, hatta bir kızla evlendirirler, ama Soner de bir sokak ötededir. Böylesi bir sabıkalıyla kızını evlendirenleri ve ona eş olan kadınları hâlâ anlayabilmiş değilim. Bu toplumu anlamaya ve çözmeye bilim de yetmiyor, felsefe de.
Soner’in ailesi oradan taşınmayı düşünemez, çocuk alaylara ve aşağılanmalara yıllarca maruz kalır. Terapi süreçlerine kimsenin aklı ermez, zaten bunu düşünecek ve uygulayacak bir doktoru ara ki bulasın. İstismar mağdurlarını gözüne kestirip onları defalarca istismar eden failleri ve bu mağduriyetlerin kamu vicdanında olağan karşılanması türünden durumları, Adli Tıp ve Klinik Psikoloji literatüründe okuyabilirsiniz. Zanlıları bağrına basan delikanlı milletimiz, Soner’i itip kalkar, aşağılar elbette.
Yıllar sonra Soner’in akıbetini öğrendiğimde şaşırmadım, bizim melek gibi çocuk trans olmuş ve sokaklara düşmüş. Ne zaman bir transı sokakta görsem, hep Soner’i hatırlarım.
“Cinsel yönelim ve cinsel tercihler” üzerine zorlama teoriler üretenler, Sâdık gibi sapıkları meşrulaştıran ve onu kamufle edenlerdir. Soner’le komşu olur, sohbet eder, bira içerler, “empati” kurarlar, fakat istismarcıları yok sayarlar, onlardan bahsetmek itibar görmez.
Suphi Altındöken’ler olmasa Özgecan’lar yaşardı. Sâdık gibileri olmasa, Soner’lerin hayatı böyle mi olurdu?
İllüstrasyon: Ceren Aksungur