Taklitin Takliti
Rol yapmak, sahicilikten daha değerli bu “Gösteri Toplumu”nda.
Vasat insanlar, zeki ve yetenekli şahıs taklidi yapabiliyor ve çevresini buna inandırabiliyorlar. Üstün zekâlı ve yetenekli insanlar, vasat çoğunluk tarafından kabul görebilmek için vasat taklidi yapabilirler mi? Buna tenezzül ederler mi?
Duyarlı kimseler; vurdumduymaz, duygusuz, soğuk nevale rolü oynayabilirler mi? Üzülmediği halde üzülüyor, sevmediği halde seviyor gibi yapabilirler mi?
Cesur insanlar apolitik olabilirler mi? Korkakların vatansever rolü oynadıklarını, bayrak desenli mayo ile dolaştıklarını ve sevmediklerinin bayraklarını yaktıklarını da gördük.
Zeki insanların bağnaz, ırkçı ve fanatik olduklarını gördünüz mü?
“Ortalamanın faşizmi”ni bu denli yoğun yaşamamızın nedeni, vasatların niceliğinin nitelikli olan her şeyi ezebilme gücüne erişmiş olmasına bağlıyorum.
Sürekli oynayan, hayatını mükallitlikle geçiren insanlar var bu dünyada, sahicilik ve samimiyet onlara teğet bile geçmiyor. Yaşam onlar için sürekli ritüel, bitmeyen bir gösteri, mutluluk da mutluluğu “başarılı” oynamak. Peki bunların oyunculuğunu soyarsanız geriye ne kalır sanıyorsunuz, buhar olur giderler, izleri bile kalmaz. Aslında öyle birisi yok, o bir simülasyon, oyuncuyu oynayan oyuncu.
Oynamayanlardan nefret ederler, onları kabalıkla suçlarlar, maskelerinin düşürüleceği endişesiyle agresifleşirler. İçtenlikli kimselerden korkarlar ya da onları manipule etmeye, kendisine benzetmeye çabalarlar. Benzetemeyince küplere biner, çıldırırlar.
Duygusal zekanın düşüklüğü çok pahalıya mal oluyor ne yazık ki. Sevgisiz yetişmiş kişilerin EQ’su yüksek olmuyor ve ömür boyu bunu arıyorlar. Bu sebeple duymak istedikleri yalanlara doyamıyorlar. İnsanlar duymak istediği sözleri söyleyenlere üste para ödüyor, best seller kitaplar ve gişe filmleri müşterinin duymak istediğini söylüyor. Reklamcılık da öyle, “kendinizi şımartın” diye sloganı olan bir ürünü satın alan müşterinin duygusal zekası sorgulanmalı. Sevgilisinden içtenlik değil de duymak istediklerini bekleyenlerin, hakikatler canını sıkıyor.
Evliliklerin yüzde doksanı ticari ortaklık oluşundan onların da büyük bir yüzdesinde kadının çalışmasına izin verilmiyor. Geleneksel evliliklerde erkeklerin daha açık sözlü olmasının nedeni budur. Kadın, evliliğin yirminci yılında Gümüş Ayı’yı, otuzuncu yılında Oscar’ı hak edecek bir yetenek geliştirir, oysa karın doyurmak değil mi bu nihayetinde? Değer mi pekâlâ bunca numaraya?
Tiyatro ve sinema dünyasında da mesele bu yabancılaşma zaten. İyi oyuncu sahnede başkasını hayatta kendisini oynayabilense, kötü oyuncu da tam tersidir. Kurosawa der ki “Toshiro Mifune kendisini oynamaya başladığı gün oyunculuğunu bitirdi”.